DİNİ ARAŞTIRMALAR, cilt.27, sa.2014, ss.13-30, 2024 (Hakemli Dergi)
Adalet hem klasik hem de
modern dönemde tasavvuf ve siyasetin önde gelen konularından biridir. Özellikle
tasavvuf ve siyaset alanlarında, adalet kavramı olmadan sürdürülebilir bir
düşünce yapısı kurmak mümkün değildir. Adalet, genellikle siyasetle
ilişkilendirilse de İslam Hukuku'nda da çok önemli bir yer tutar. İslam Hukuku,
adaletin sağlanması ve korunmasını temel amaçlarından biri olarak görür.
Adalet, İslam Hukuku'nda sadece bireyler arasındaki ilişkilerde değil, aynı
zamanda devletin ve toplumun düzeni ve refahı için de hayati bir öneme
sahiptir. Bu nedenle, İslam Hukuku'nun temel prensiplerinden biri adalettir ve
bu prensip, İslam toplumlarında adaletin sağlanması ve korunması için çeşitli
yollar ve kurumlar oluşturmuştur. İslam Hukuku’nda önemli bir yere sahip olan
adalet kavramının tasavvuf ilmiyle de bağlantılı olarak ele alınması konunun
farklı perspektiflerini görme açısından önem arz etmektedir. Zira tasavvuf,
içsel bir dönüşüme ve manevi arayışlara yoğunlaşan bir ilimdir ancak adalet
kavramı da bu bağlamda önemli bir yer tutar. Tasavvufi öğretiler, bireyin iç
dünyasında denge ve adaletin sağlanması gerektiğini vurgular. Bu denge ve
adalet, kişinin nefsiyle mücadelesinde, Allah'a olan bağlılığında ve diğer
insanlarla ilişkilerinde kendini gösterir. Tasavvuf geleneği, bireyin içsel
adaleti sağlamasını ve dengesini bulmasını ifade ederken, aynı zamanda dış
dünyada adil davranışları teşvik eder. Bu nedenle, tasavvufun adaletle ilişkisi
hem bireysel hem de toplumsal düzeyde önemli bir rol oynar. Söz konusu ilişkiyi
anlamak, tasavvufun insanların manevi ve toplumsal hayatlarına nasıl etki
ettiğini anlamak açısından kritiktir. Esasında tasavvuf-adalet ilişkisini kuran
çalışmalar, adalet kavramına ve uygulamalarına daha derin manalar yüklemeyi
hedeflemektedir. Bu çalışmanın amacı da zikredilen hususla beraber tasavvufun
adalet anlayışını ve bu anlayışın günlük hayata nasıl yansıdığını anlamak ve
açıklığa kavuşturmaktır. Zira böylelikle insanlar hem bireysel hem de toplumsal
düzeyde daha adil bir yaşam sürmeye yönelik kapsamlı bir anlayış
geliştirebilirler. Çalışmanın diğer bir amacı ise mutasavvıfların adalet
hakkındaki düşüncelerinin anlaşılmasına ve günümüzdeki adalet tartışmalarına
katkı sağlamaktır. Araştırmada yöntem olarak bilhassa tasavvuf ilminin önde
gelen teorisyenleri kabul edilen mutasavvıfların adalet konusundaki görüşleri esas
alınmıştır. Dolayısıyla özellikle Hâris b. Esed Muhâsibî (öl. 243/857), Sehl b.
Abdullah Tüsterî (öl. 283/896), Muhammed b. İbrahim Kelâbâzî (öl. 380/990), Ebû
Tâlib el-Mekkî (öl. 386/996), Ebû Nuaym el-İsfehânî (öl. 430/1038), Abdülkerîm
b. Hevâzin Kuşeyrî (öl. 465/1072), Muhammed b. Gazzâlî (öl. 505/1111),
Muhyiddîn İbnü’l-Arabî (öl. 638/1240), Mevlânâ Celâledddîn-i Rûmî (öl.
672/1273) gibi önemli mutasavvıfların fikirleri araştırmanın kapsamını
oluşturmuştur. Bu bağlamda söz konusu mutasavvıfların eserlerinde adalet
kavramını nasıl ele aldıkları, adaletin dini ve toplumsal boyutlarına verdikleri
önem, içsel denge, merhamet, teslimiyet ve toplumsal adalet gibi prensiplere
verdikleri vurgu gibi konular araştırılmıştır. Böylelikle tasavvuf geleneğinin
adalet anlayışının derinliği ve kapsamlılığı ortaya konmuştur. Sonuç olarak söz
konusu mutasavvıfların adalet anlayışının dışsal hukuk sistemlerinin yanı sıra içsel denge, merhamet,
teslimiyet ve toplumsal adalet gibi derin ve kapsamlı prensiplere dayandığı
görülmüştür. Zira onlar adaleti sadece yasalara uymakla değil, aynı zamanda
insanların iç dünyalarında denge, merhamet ve teslimiyetin varlığında da
görmüşlerdir. Nitekim toplumsal adaletin sağlanması, sadece cezaların
belirlenmesiyle değil, aynı zamanda insanların birbirlerine karşı merhametli,
adil ve teslimiyet içinde olmalarıyla da gerçekleşir. Bu nedenle,
mutasavvıfların adalet anlayışı dışsal hukuk sistemlerinin ötesinde, derin ve
kapsamlı bir perspektife sahiptir.